Özgürlükler Sınırsız Değildir

Hepimiz özgürlüğü severiz ama özgürlük, sınırsız ve kontrolsüz değildir. Çünkü öylesinin, gerek kişiye gerek topluma yarar sağlamadığı denenmiş bir gerçektir. Bu yüzden ondan, kendi isteğimizle vazgeçtiğimiz yerler ve zamanlar çok olur. Söz gelimi toplulukta aklımıza her geleni, canımızın her istediğini yapmayız, yapamayız. Kişiliğimizin ve toplumun esenliği uğruna birtakım yasalar, kurallar koyup onlara uyar, sorumluluklar yüklenir, ödevlerimizi yapmaya, görevlerimizi başarmaya çalışırız.

Bu zorunlu olduğu kadar da doğal bir olaydır. Nitekim bilginler, deney için bir araya topladıkları ön bilgisiz çocukların, kısa zamanda iş birliği ve iş bölümüne yöneldiğini, işlerin, oyunların yürümesi için birtakım kurallar bulup koyduklarını tespit etmişlerdir. Sözümüzün başka bir tanığı da karıncalar ve arılar gibi topluluk halinde yaşayan canlıların davranışlarıdır. Gerçekten de arı kovanlarında bilindiği üzere imrenilecek örnek bir düzen, ibret alınacak sağlıklı bir yaşam vardır. Her arı görevinin ne olduğunu bilir, durmadan çalışır. Çalışma kurallarına uymayanlar kovandan hemen uzaklaştırılır. Her arı, kovanına ve beyine içten bağlıdır, gerektiğinde topluluğu korumak veya görevini başarmak uğruna, içgüdüsüne uyarak kendisini feda eder.

Arının iç güdüsüne uyarak bağlandığı ve koruduğu düzeni, insan toplumlarında sevgi, şefkat, acıma, vefakârlık, adalet, sabır ve iyilikseverlik gibi duygulardan örülü olan “ahlâk sistemleri” ayakta tutar.

Demek oluyor ki insan toplumunun varlığını sürdürmesi ve ilerlemesi için ahlâk, doğal ve vazgeçilmez bir şarttır. Kişiler ne kadar sağlam ve güzel ahlâklı ise onların oluşturduğu toplum da o ölçüde düzenli, sağlıklı ve dolayısıyla mutlu olur.

Aksine, kişiler kendi rahatlarını ve özel çıkarlarını, toplumunkinden önde düşünür ve ahlâk dışı davranışlara saparsa o zaman dirlik ve düzen bozulmaya başlar. Sonunda kötü niyetli kimseler en iyi kuralları, en olgun yasaları bile işlemez duruma düşürür.

O halde kurallardan, yasalardan önce onları koyacak yahut da uygulayacak olan insana, özellikle onun mânevî yapısına eğilmek gerekmektedir.

Bizler de toplumumuzun dirliğini korumak, onu geliştirmek ve yüceltmek istiyorsak işe ahlâktan başlamalı, insanlara salt bilgi vermek yerine fertlerin zihniyet ve karakterini işlemeye, onları vicdanlı, ahlâklı eğitmeye çalışmalıyız. İşte bu nedenlerle toplum düzenini her şeyin üstünde tutan ama ferdin hak ve özgürlüklerini korumayı da hiç ihmal etmeyen eşsiz dinimiz, ferdî eğilimler ile toplum yararı arasındaki dengeyi tatlılık ve sevgi yoluyla sağlayacak olan ahlâka büyük önem ve öncelik atfetmektedir. Nitekim Efendimiz Hz. Muhammed, “Ben, güzel ahlâkın insanlığa öğretimini tamamlamak için gönderildim.”100 buyurarak güzel ahlâkın dinimizdeki yeri ve değerini pek açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Güzel ahlâkı öven ve teşvik eden Kur’an âyetleri ve hadîs-i şerîfler sayılamayacak kadar çoktur. Bunların incelenmesinden anlıyoruz ki İslâm dini güzel ahlâktan ibarettir.

Mü’minlerin en üstünü, ahlâkı en güzel olandır. İyi ahlâk, bir kulun suç ve günahlarının affedilmesine sebep olur. Bir müslüman, güzel ahlâkı sayesinde, her gün oruç tutan ve bütün gece namaz kılan kimse kadar sevap alır. O kadar yüksek mertebelere kadar yükselebilir. Hâsılı kulun işlediği iyiliklerin en üstün olanı iyi ahlâktır.

Sevgili Peygamberimiz dualarında çoklukla Allah’tan sağlık, dirlik ve bir de iyi ahlâk isterdi. Yine bir gece sabaha kadar; “Ey Rabbim! Benim dış görünüşümü güzel yarattın; bunun gibi içimi ve ahlâkımı da güzel eyle!” diye niyaz etmişti.101

Ebu’d-Derdâ da aynı şekilde gecelemişti de yakınları kendisine; “Bütün gece hep iyi ahlâk konusunda dua ettiniz.” deyince, “Bir kul giderek ahlâkını düzenler ve güzelleştirir, nihayet o güzel ahlâk onu cennete sokar. Tersine bir kul ahlâkını günden güne çirkinleştirir, çirkinleştirir de en sonunda kötü ahlâk onu cehenneme sürükler. Öyle mü’minler vardır ki iyi ahlâkı yüzünden Allah tarafından, uyurken bile bağışlanır, yarlığanır.” diyerek o, konu üzerinde neden bu kadar durduğunu açıklamıştı.102

Güzel ahlâk kolayca kazanılamaz, nadide bir çiçek gibi sürekli bakım, ihtimam ister. Yüce dinimiz, iyi ahlâkı sağlamak için nefis terbiyesini şart koşmuştur. Çünkü nefsin ihtirasları, sonsuz ve ölçüsüz istekleri insanı her zaman ahlâk dışı davranışlara itebilmektedir.

Nefsi terbiye etmenin ise birçok yolu vardır. Bunların en kestirmesi, iyi, olgun ve aydın kişilerle birlikte bulunmak, onlarla sohbet ve arkadaşlık etmektir. Sevgili Peygamberimiz’in, sağlığında uyguladığı eğitim metodu bu idi. Kişi böylece görerek yaşayarak kolaylıkla kendisini düzenleme imkânı bulur, kötülüklerden uzaklaşır.

İslâm’da, yapılması emredilen ibadetler de büyük ölçüde dinî şuuru canlı tutmak, nefsi terbiye etmek ve ahlâkı güzelleştirmek amacı taşırlar. Söz gelimi Kur’an okumak mânevî gerçekleri öğrenmeyi, düşünmeyi, ibret almayı ve uyanmayı sağlar. Allah’ı çok zikretmek, içte ilâhî bir sevgi, iştiyak ve güç uyandırır. Beş vakit namaz kılmak, günün belirli ve önemli dönemlerinde kulun Yaradan’ı ile bağlantısını tazeler, kulu kötülüklerden alıkoyar ve iyiliklere yöneltir. Ayrıca sabrı, vefakârlığı ve devamlılığı öğretir. Sadaka ve zekât, şefkat ve yardım duygularını işler hale getirir, cömertliği aşılar. Oruç nefsi yenmeyi, aşırı arzuları dizginlemeyi öğretir. Hac ise tüm müslümanları birbirleriyle tanıştırır, evrensel yardımlaşma ve dayanışma şuurunu geliştirir. Günahları sildirip kulu temizlediği için kişiyi yeniler, önceden alıştığı kötülükleri bırakmaya, artık iyi insan olup iyi işler yapmaya yöneltir.

Görüldüğü gibi böylece öz anlamını kavrayıp tadını duyarak bütün ibadetlerini yapan bir müslüman giderek kötü huy ve alışkanlıklarından sıyrılır. Sonunda erdemli, olgun bir kul olur. Mevlânâlar, Yunuslar, Eşref-i Rûmîler, Erzurumlu İbrahim Hakkılar ve daha nice mânevî sultanlar o yüce mertebelere ve eşsiz, ölümsüz kişiliklere işte bu yoldan ermişler, insanlığın rehberleri ve sevgilileri olmuşlardır.

Bizler de aynı şekilde, ulu Allah’ın sevgisini kazanmak, ilâhî mutluluğu tatmak, özgür ve aydın bir yaşama ulaşmak, bunların yanı sıra toplumumuzu da dirlik ve düzene kavuşturmak istiyorsak muhakkak yüce dinimizin hikmet dolu buyruklarına uymalı, böylece nefis terbiyesini, güzel ahlâkı ve erdemliliği kendi üzerimizde mutlaka gerçekleştirmeliyiz.

Bu yol, dünya ve âhiretin huzur ve mutluluk yolu olduğu kadar vatana karşı borcumuzun ve millet sevgimizin de gereğidir.

Bu yolda başarılar, mutluluklar…

Diyanet Gazetesi, sy. 191 (15 Haziran 1978), s. 4.

http://www.iskenderpasa.com/62644C8D-875F-4E49-8A35-D3CB969A7CCC.aspx